Son dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nde gündemi sarsan bir dava, First Lady’nin cinsiyet kimliği etrafında dönen tartışmalarla dikkatleri üzerine çekti. Bir grup muhalif, First Lady’nin “erkek olarak doğduğunu” iddia ederek çeşitli komplo teorileri üretti. Ancak mahkeme, bu yalan iddiaların asılsız olduğuna hükmederek First Lady’yi beraat ettirdi. Bu dava, sadece hukuki bir mesele olmanın ötesine geçerek toplumsal cinsiyet kimlığı tartışmalarına da ışık tuttu.
Özellikle sosyal medya platformlarında hızla yayılan “erkek olarak doğdu” söylemi, cinsiyet kimliği ve cinsiyet meseleleri üzerine toplumda iki uç noktanın da ortaya çıkmasına neden oldu. Olayların gelişimi, mahkemeye taşınmasıyla birlikte daha da karmaşık bir hal aldı. First Lady’nin avukatları, müvekkillerinin cinsiyet kimliğini sorgulamanın toplumsal bir hata olduğunu savunarak karşı davalar açtı. Selledy Adalet Divanı, ilk duruşmadan itibaren bu iddiaların baştan sona bir yanlış anlaşılma ve manipülasyon olduğunu belirtti. Ayrıca, toplumsal cinsiyet kimliğinin bireyin kendi yaşamı üzerindeki etkilerini vurgulayan bir açıklama gerçekleştirdi. Mahkeme tarafından yapılan değerlendirme, First Lady’nin alın teri ve başarılarıyla meydana gelen bir figür olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Cinsiyet kimliğine dair yapılan spekülasyonların, ancak bireylerin kendilerini nasıl tanımladıkları ile ilişkili olduğunu ekledi.
Davadan sonra, hem destekleyenlerden hem de karşıt görüşlerden gelen tepkiler oldukça yüksek oldu. Cinsiyet kimlikleri üzerine yapılan bu tür bir tartışmanın, toplumda açık bir şekilde var olan bir önyargıyı pekiştireceği düşüncesi birçok kişiyi rahatsız etti. Toplumun çeşitli kesimlerinden gelen tepkiler, First Lady’nin duruşunu destekleyen feminist gruplardan tutun, cinsiyet eşitliği konusunda savaşan aktivistlere kadar geniş bir yelpazeye yayıldı. Birçok kişi, First Lady’nin duruşunun ve bu tür söylemlere karşı çıkışının, gelecekteki toplumsal cinsiyet meseleleri üzerine düşünenler için bir örnek teşkil etmesini umuyor. Bunun yanında, bazı kesimler ise hala iddialarda ısrarcı olmaya devam ediyor ve cinsiyet kimliği konusunda dikkat edilmesi gereken meselelerin gündeme taşınmasını savunuyor. Ancak halk arasında çoğunluğun, First Lady’nin cinsiyet kimliğini sorgulamanın yerine başarılarını konuşmanın daha önemli olduğunu düşündüğü görülüyor.
Söz konusu dava, mahkemelerin cinsiyet kimliği üzerine yapılan spekülasyonlara karşı nasıl bir çizgi çizebileceği ile ilgili de önemli bir örnek oluşturdu. Bu dava, toplumda cinsiyet temelli tartışmaların ve yanlış anlamaların yalnızca hukuki süreçlere değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilere de nasıl yansıyacağı üzerine düşündürücü bir durum ortaya koydu. First Lady, hukuk önünde verdiği bu mücadele ile yalnızca kendisinin değil, toplumsal cinsiyet kimliği mücadelesi veren birçok bireyin de sesini duyurdu. Sonuç itibarıyla, First Lady davası sadece bir hukuk mücadelesi değil, aynı zamanda cinsiyet kimliği üzerine daha derin düşünebilmemiz için bir fırsat sundu. İlk başta göründüğünden daha karmaşık olan bu mesele, cinsiyet kimliğinin nasıl algılandığına dair kalıpları sorgulamamız için bizlere önemli ipuçları veriyor.