Sena, yaşadığı travmayı ve toplumsal cinsiyet temelinde yaşanan adaletsizlikleri dile getiren cesur bir kadın. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" diyerek yalnızca kendisinin değil, birçok kadın kurbanın sesi oluyor. Onun bu çağrısı, kadınların maruz kaldığı şiddeti ve cinsiyet temelli cinayetleri önleme adına çığır açan bir farkındalık yaratma çabasının bir parçası. Türkiye'de kadın cinayetleri, son yıllarda giderek artmakta ve bu durum, toplumsal bir sorun haline gelmektedir. Sena’nın öyküsü, bu acı gerçekleri bir kez daha gözler önüne seriyor.
Sena, hayatının en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Aldığı şiddet, sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik travmalara da yol açmış durumda. Toplumda kadınların maruz kaldığı şiddet, sadece bireysel bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal bir mesele. Birçok kadın, şiddete uğrayıp sessiz kalmayı tercih ediyor ya da destek sistemleri olmadığından şikayet ediyor. Bu bağlamda, Sena’nın hikayesi, sadece kendi yaşadığı acıları değil, aynı zamanda toplumdaki birçok kadının acılarını da temsil ediyor.
Bu tür hikayeler, Türkiye’de özellikle 2020 yılından beri artan kadın cinayetleri oranları ile daha da gün yüzüne çıkmış durumda. Her yıl binlerce kadın, aile içi şiddete kurban gidiyor. Sena, yaşadığı deneyimle bu duruma dikkat çekmek ve daha fazla kadının hayatını kaybetmemesi için bir platform oluşturmak istiyor. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" diyerek, kendisini yalnızca bir istatistik olarak değil, bir birey olarak görmek gerektiğini savunuyor.
Sena'nın sesi, yalnızca kendisine değil, toplumun neresinde olursa olsun her kadına hitap ediyor. Kadınların güçlenmesi, kendilerini savunmalarını ve toplumsal cinsiyet eşitliği adına seslerini yükseltmelerini sağlamak adına önemli bir adım. Bu noktada, toplumun her kesiminin üzerine düşen sorumluluklar var. Eğitimden, yasal düzenlemelere, medya algısına kadar birçok alanda kadın cinayetleri ve şiddeti önleyecek adımlar atılması gerekiyor.
Geçtiğimiz yıllarda uygulanan İstanbul Sözleşmesi'nin hedeflerinden biri de bu tür şiddetleri önlemek ve kadınları güçlendirmekti. Ancak, son dönemde yaşanan gelişmeler, bu sözleşmeden çekilme gibi olaylar, kadınların haklarıyla ilgili yapılan birçok düzenlemenin geri plana atıldığını gösteriyor. Sena ve onun gibi birçok kadın, savaşlarını sürdürerek, bu sorunların toplumda unutulmasını engelliyor.
Sena’nın sesine kulak vermek, onun yaşadığı acıları anlamak ve kadın cinayetlerine karşı koymak adına önemli bir adım. Farkındalık yaratmak ve toplumda bu sorunlar üzerine konuşmak, sadece bir konuşma değil, aynı zamanda bir eylem planı olmalı. Çünkü Sena, kendisinin veya başka bir kadının, yalnızca bir cinayet istatistiği olarak anılmak istemediğini tüm dünyaya haykırıyor.
Sonuç olarak, her bireyin birer görev alıp, bu sorunun üstesinden gelmek için üstlerine düşeni yapmaları gerektiği açık. Sena’nın talepleri, bugünün değil, yarının inşasında kritik bir öneme sahip. Kadın cinayetlerine karşı sesini yükselten her kadın, aslında daha fazla yaşamı korumak için çabalıyor. Unutulmamalı ki, "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" diyen bir çok Sena var ve onların sesine kulak vermek, bu acımasız döngüyü durdurabilir.